II.Abdülhamid ile Siyonist lider Theodore Herzl arasındaki görüşmeleri Vahdettin Engin’in Pazarlık kitabı çerçevesinde özetleyeceğim. Çok daha eskilerden beri başlamış olsa da yakın tarih çerçevesince yaklaştığımızda 18. yüzyılda belirginleşen Yahudi düşmanlığı 19. Yüzyıla kadar devam etmiş ve 19. Yüzyıla kadar Yahudiler tarafından bir araya toplanma, başkaldırma gibi herhangi bir fiili girişim söz konusu olmamıştır. Rusya, Yunanistan, İngiltere gibi ülkelerde artan baskılar, ikinci sınıf muamelesi görmeleri, ülkeden çıkarılmak istenmeleri zaten inançlarında var olan kutsal topraklara yerleşme arzusunu kamçılamıştır. Bu devletlerin ilk nedeni azınlık olarak istememeleri olsa da Osmanlı devletinin gücünü zayıflatmak ve Yahudileri bünyesinde barındırmaya devam eden Osmanlıyı zorlamak ve kamuoyunu Osmanlı ile meşgul etmek ve göçe neden olarak Yahudileri ayaklanmaları için kullanmak özellikle de bu baskılarını artırmalarının temel ikinci nedeni olmuştur. II. Abdülhamid Musevilerin müjdelenmiş topraklara yerleşmelerini tehlikeli bulduğu ve zaten halihazırda Filistin halkının yerleşik olduğu gerçeğinden ötürü Yahudilerin kesinlikle Filistin topraklarına göç etmesine izin vermemiştir. Hatta Avrupa devletlerinden kaçarak sığınmak isteyen Yahudileri de yine Suriye ve Filistin hariç diğer topraklarda yaşamalarına önayak olmuştur. Kendilerini medeni olarak niteleyen Avrupalıların Yahudileri ülkelerinden kovmalarını anlamak da zor ama yukarıda söylediğim nedenlerden ötürü düşündürücü de. Ve hatta yaptığı kötü uygulamalardan dolayı kamuoyunun ve Avrupa ülkelerinin tepkisini çeken Rusya, yalan yanlış haberlerle hedef saptırarak Filistin’de Müslümanların Hristiyanlara zulüm yaptığı imajını vermeye çalışmakta ve bu suretle tepkilerin Osmanlı Devleti üzerinde yoğunlaşmasını sağlamaya çalışmıştır.
Yahudi meselelerinin yakın takipçilerinden biri olan Baron Rotschild de daha önce reddedilmiş girişimini 1892 yılında direkt Osmanlı Devleti ile irtibata geçerek bir zamanlar satın almış olduğu arazilerin boş olduğunu ve Yahudilerin yerleşebileceğini mektupla teklif ederek yenilemiştir. (sf:51) Osmanlı devletinin çok güç bir süreçten geçtiği bu dönemde bütün kayıt sistemleri geçmiş dönemlere göre artırılmış, Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi konusunda da ciddi yaptırımlar uygulanmıştır, ziyaret maksatlı gidenlerin belirli bir süreyle kalabilecekleri, toprak satın alamayacaklarına dair kesin emirler mevcut olsa da buna kararlı Yahudiler her türlü yolu deneyerek kendilerine barınabilmeleri için açılmış topraklara yerleşmek istemiyorlardı. Yasal yollardan mülk sahibi olamayan Yahudiler kılık kıyafet değiştirerek müstear isim ya da farklı hilelerle Filistin’de mülk sahibi olma imkanı buluyorlardı. Tabi bu faaliyetler sırasında yerli memurların gafleti, rüşvet talebi, yolsuzluğa alışmaları, bu işten önemli kazanç sağlamaları, yerli halkın bir kısmının elindeki araziyi satma eğiliminde olmaları, müsamaha göstererek Yahudilere yardımcı oldukları da tarihi kayıtlarda ve inceleme için gönderilen denetim kurulunun raporlarında işlendiği aşikardır. Osmanlı Devletinin sarf ettiği büyük çaba bu şekilde baltalanmaya yüz tutmuştur.
1895 yılından itibaren Siyonizm’i devletlerarası bir politika haline getirmek isteyen Theodore Herzl sahneye çıkıyor. Abdülhamid’e Newlinski aracılığıyla maruzatını bildiriyor ve görüşme teklif ediyor. Ancak Filistin topraklarına dair emelleri ve gerçekleştirmek için öne sürdüğü teklifler reddediliyor. Herzl, Osmanlı Devletinin büyük bir borç altında olduğunu bildiğinden tekliflerini ilk etapta bu yönde yapıyor ve kendisinin de emin olmadığı bir para olmasına rağmen Avrupa devletlerinden toplayabileceği ümidiyle 20 milyon liradan bahsediyor. 1986da İstanbul ziyareti gerçekleştiren Herzl anılarında bütün memurlara bahşiş verdiğinden ve sürekli rüşvetten bahsederken bu durumun zaten farkında ve rahatsız olan Abdülhamid bunu şöyle dile getirmiş: “… işte gerek memurlarımızın ıslahı ve gerek adliye, zabıta, maliye ve siyasetimizin iyi yürütülmesi, memleketimizin servet kaynaklarından hakkıyla yararlanılması ve her türlü suiistimalin önü alınarak devletin şan, namus, şeref ve haysiyetini yüceltmek için devlet idaresini faydalı biçimde ıslah etmek gerekir. Memur için iş aramayıp iş için memur aramak, ehliyetli, becerikli, hamiyetli olmayan memur kullanmamak, bu yetenekleri olanları mükafatlandırarak rütbe ve nişanları hakkı olanlara vermek, sözün kısası fitne ve fesatçı kötü niyetli devletlerin şimdiye kadar bazı memurlarımızda gördükleri kötü ahlak ve hainliğe eğilimleri yüzünden ortaya çıkan cesaretlerini kırmak ve yok etmek için devletçe esaslı ve sağlam bir yol tutulması lazımdır.[1]
Theodore Herzl bunun üzerine zengin Yahudileri kendi tarafına çekerek kaynak temin etmeye bir taraftan da padişahın hoşuna gidecek birtakım girişimlerde bulunarak Avrupa’da faaliyetlerine devam etti. En önemli iki adımı Baron Hirsch ve Rotschild’den olabildiğince faydalanmaktır ancak bu iki baron ütopik buldukları için kendi projelerini yürütmekle meşgullerdir. 1896 yıllarında Ermeni olayları yoğunlaşmış, Osmanlının mali sıkışıklığı da had safhaya varmıştı. Bu durumun kendileri için avantaj olacağını düşünen Herzl’in projesine göre tedrici olarak Osmanlı Devletine 20 milyon İngiliz altını ödeyebilirlerdi. Tabi bu para hem Filistin’e yerleşerek vergi vermiş olacaklar hem de güven sağlamış olacakları için Yahudiler eliyle ödenecekti. İlk sene 100 bin İngiliz altını ile başlanacak yerleşenlerin sayısı arttıkça yıllık ödemeler bir milyon altına kadar çıkacaktı. Buna karşılık da Sultan Abdülhamit Filistin’e göçü engellemeyecek, aksine teşvik ederek gelen Yahudilere bir özerk devlet şeklinde iç işleri, adliye ve kanun yapımında serbestlik verecekti…. Bununla yetinmeyerek Newlinski aracılığıyla Sultan Abdülhamid’e neredeyse ültimatom vermeye vardırıp şu mektubu göndermeye cesaret edebilmiştir… “Osmanlı hükümetinin mali yapısı Musevi sermayedarlarının yardımı olmaksızın ıslah olmayacaktır. Bu sermayedarlar ise. Osmanlı hükümetinin idaresi altında olarak Filistin’in bir kısmına koloniler kurulmasına izin verilmesinden başka bir şey istemiyorlar. Diğer taraftan hükümet istenen izni vermediği taktirde Yahudiler maksatlarına başka yoldan başka vasıtalarla nail olacaklardır. Yahudilerin akıllı, servet sahibi olduklarını ve gerektiğinde matbuatla da iş görebileceklerini düşünmelidir. Zaten Anadolu’da mülkleri bulunan İngilizler bunları Yahudilere teklif ediyorlarsa da Museviler bu hususta doğrudan doğruya Zat-ı Şahanenin iznini almayı tercih eylemektedirler. Zat-ı Şahane Yahudilerin dileğini kabul buyurdukları halde hem cihanın en büyük sermayedarlarının nakdi yardımlarını hem de Avrupa’nın Museviler elinde bulunan en büyük gazetelerinin manevi yardımlarını elde etmiş olacaklardır. Bu da özellikle şu zamanda göz ardı edilecek bir şey değildir.”[2]
Amerika’da ve Avrupa’da Yahudi faaliyetleri son hız devam ederken Herzl aynı zamanda 1. Ve 2. Siyonist kongrelerini gerçekleştirerek kamuoyuna niyetinin ne olduğunu açıkça duyurmuş ve “ben ilk kongrede İsrail devletini kurdum. Eğer yüksek sesle söylesem bana bütün dünya güler. Oysa belki beş fakat hiç şüphesiz ki elli yıl içinde herkes bu gerçeği görecektir. Yahudi devletinin varlığı manevi temeller üzerine oturtulmuştur. Bu devlet Yahudi halkının bu konudaki istek ve azmi ile kurulmuştur.” Diyebilmiştir.[3] Herzl bir yandan çalışmalara devam ederken diğer yandan farklı mektuplarla Osmanlı Devletinin hoşnut olacağı bazı kararları aldığını ve bu süreçte devletin yanında olduğunu beyan eder mahiyette “kendi istikbalimizi sizin istikbalinize bağlıyoruz” diyerek planlamalarından bahsetmiştir.
Filistin’e Yahudi yerleşiminin engellenmesi için; Filistin ve Suriye’ye gelecek kişilerden kim olduğu bilinmeyenlerin pasaportlarına Osmanlı konsolosları tarafından vize verilmemesi, vize verilenlerin hakkında ise pasaportlara detaylı bilgi yazılması, Filistin kazalarında farklı devlet vatandaşlarından toprak sahibi olan kişilerin 22 bin dönümden fazla arazisinin bulunmayacağı ve hakkını tasarruf ettiği yerde otuzdan fazla hane yaptıramaması, ziyaret amaçlı gelen Musevilere geçici tezkere verilmesi ve bu tezkerenin diğerlerinden ayrılması için farklı renkte olması, süreyi geçirenlerin resen çıkarılması gibi önlemler alınmış olsa da yerel yetkililerin çeşitli sebeplere bağlı olarak görevlerini ihmal etmeleri alınan önlemleri anlamsız kılarak Yahudi yerleşimini kolaylaştırmıştır.
Abdülhamid’in Theodore ile olan ilişkisinin nedenini daha iyi anlamak için Tevhid-i Düyun meselesini iyice kavramak gerekir ki Tevhid-i Düyun mevcut borçların birleştirilerek bir kalemde toplanması ve bu suretle toplam borç üzerinden hatırı sayılır bir indirim yapılması anlamına gelir. Diğer devletlere verilmiş olan kapitülasyonlar da Abdülhamid’i zorlayan bir gerçek olduğu için borçlarından kurtulursa eğer kapitülasyonları daha rahat kaldırabilir ve devleti bir nebze rahatlatabilirdi, diğer devletler tarafından suistimal edilemezdi. 1876 yılında padişah olduğunda iflasını ilan etmiş bir ülke devralmıştı. Alacaklı ülkelerle pazarlığa oturan Abdülhamid mevcut Osmanlı borçlarının %52 oranında indirilmesi yönünde ikna etti. 252 milyon liralık borç 125 milyon liraya düşürülerek yıllık borç taksitleri azalmış ve ödenebilir bir hal almış olsa da bu indirime karşılık Osmanlının bazı gelirlerine el koyarak bunların ödenmesinde kullanacak yabancı bir idare de kuruldu. Fakat bununla yetinmeyen Abdülhamid yeni bir hamle ile borçları yapılandırarak tekrar indirim yaptırma arayışı içerine girmiştir. Bu sıra Theodore Herzl görüşme talebini yeniden yinelemiştir. Ve bu kez kabul almıştır. Filistin ve Herzl meselesine bu açıdan yaklaşılmalıdır. Esas hedef, devleti kapitülasyonları tek taraflı kaldıracak derecede mali güce sahip kılmaktır. Borçların birleştirilerek indirim yaptırılması bu hedefe giden yollardan biridir. Dolayısıyla 1901 yılından sonra yaşanan gelişmeler, kapitülasyonların kaldırılması, borçların birleştirilmesi ve bunun için Herzl’in sağlayabileceği avantajlar üçgeninde ele alınırsa yaşanan olaylar daha iyi anlaşılacaktır;
-Sultan “ben daima Yahudilerin dostu olmuşumdur, daima da öyle kalacağım. Gerçekten ben sadece Müslümanlara ve Yahudilere dayanmaktayım. Diğer tebaam hakkında ayı emniyeti besliyorum diyemem” demiş ve Herzl bu nezakete karşılık “Aslan ve Androcles[4] kıssasındaki Androcles olabilirim ve belki aslanın pençesinden çekilip çıkarılması gereken bir kıymık vardır, o kıymık Düyun-u Umumiyedir” demiş ve Sultan bu komplimanı gülerek kabul etmiş “bu kıymık ete derin bir şekilde yerleşmiş ve çıkarılamıyor” diye eklemiştir. Görüşmenin gizli kalmasını talep eden Herzl “Türkiye’yi hasta adam olarak muhafaza etmek isteyen devletler ve güçler, ona şifa verecek her türlü teşebbüsü bütün güçleriyle önlemeye kalkacaklardır” diye gerekçe sunmuştur. Anılarında da bu görüşmeden bahsederken kendisini ön plana çıkarma çabası sözden kaçmıyor; “Bugün bu güzel memleketin muhtaç olduğu şey, bizim insanlarımızın endüstriyel dinamizmidir. Buraya gelen Avrupalılar kısa zamanda zenginleşir sonra da çaldıklarıyla çekip giderler. İş adamı olunca elbette para kazanmak da şereftir. Ama bu servet kazanıldığı ülkede kalmalıdır.” Diyen Herzl’den Sultanın beklentisi Düyun-u Umumiyenin birleşmesinde rol oynamasıdır.[5] Görüşmenin geneline baktığımızda padişahın onayını almadan Filistin’e Yahudi yerleşmesinin olmayacağına inanan Thedore Herzl, güven verici konuşmalar yaparak Sultan’ın itimadını kazanmaya çalışmıştır. Yapacağı bazı jestlerle Yahudilerin yerleşme kararını çıkarabileceğini beklese de bunu dile getirmemesi ve Yahudilerin Osmanlı Devleti’nde yatırımlar yaparak ülkenin refah seviyesinin artmasına yardımcı olacaklarını ifade etmesi Padişahı olumlu etkileyecek bir söylem biçimidir. Abdulhamid, Herzl nezdinde Avrupalı alacaklılara karşı denge unsuru oluşturmaya çalışmaktadır. Herzl başarılı olursa aynı zamanda Osmanlı’nın da başarısı olacaktır. Olmazsa da mevcut durum devam edecek yani bu işte zarara uğramak ihtimali yoktur diyebiliriz.
Yeni şartlar çerçevesinde Avrupa’da faaliyetlere girişen Herzl, her hareket her adım için Sultan’a malumat vererek rota izlemeye devam etmiştir. Hatta Filistin’i almak uğruna yabancı basında karalamalara dahi son vereceğini en başından beyan eden Herzl, o yıllarda Jön Türklerin liderliğini sürdüren ve sürekli II. Abdülhamid muhalifi yazılar yazmakta olan Ahmed Rıza Bey’in ortadan kaldırılması teklifini dahi sunmuştur. 31 Aralık 1901’de Breslau Local gazetesinde Herzl’in Basel şehrinde toplanan Siyonist kongresinde Padişahın huzuruna çıktığını ve Yahudilerin Filistin’e yerleşebilmelerini taahhüt ettiğini söylemiş[6] ve bu haber Abdülhamid tarafından 3 Ocak 1902’de sert bir şekilde yalanlanmıştır.[7] Fakat buna rağmen ikili arasındaki görüşmeler çıkarları doğrultusunda mektuplaşma yoluyla devam etmiştir. Yeni projelerle çalışmaya devam eden Herzl’e karşılık Osmanlı ülkesi dışındaki Yahudilere de aynı alicenaplığı gösterme kararında olan Padişah, yasak ya da belirli bir yerde toplu halde olmayacak şekilde Yahudilerin Osmanlı ülkesine gelmelerine izin verdiğini açıklamıştır. Devamla Herzl, yenilenen mektuplarda borçların birleştirilmesi girişimi kabul edilir de 32 milyona düşürülürse bu borcun %80’ini Mezopotamya’da ve ayrıca Filistin’de Hayfa’yı Musevilerin iskan şartı olarak teklif etmiş ancak Padişah Abdülhamid her şeye rağmen bu zamana kadar ki yerleşim engelleme kararından dönmesine bir sebep olmadığı için açıkça ‘yeniden’ reddetmiştir.
1903 yılında Osmanlı Devleti Düyun-u Umumiye ile olan bireysel görüşmeleri sonucunda mevcut borçlarını 75 milyon liradan 32 milyona düşürdü ve bu şekilde tek kalemde toplanan borçlar yeniden yapılandırılmış olunca Theodore Herzl ile görüşmeye devam etmenin anlamı olmadığı için ilişkiler kesilmiştir bilhassa görüşülmesi de yasaklanmıştır.[8]
1904’te hayatını kaybeden Herzl’den sonra çalışmalara David Wolffshon seçilerek yerleşme çabalarını sürdürmeye devam etmiştir.
1903’ten sonra Jön Türk olarak adlandırılan ve ülkenin kurtuluşu için kendilerinin başa geçmesi gerektiğini düşünen İttihat ve Terakki örgütü mensupları yurt içi ve yurtdışında yürüttükleri Abdülhamid aleyhtarı faaliyetleri hızlandırmışlardır. Yapılan silahlı propaganda ve suikastlar sonrasında 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet ilan edilmiş ve İttihat Terakki’nin Siyasal partiye dönüşmüş olduğu süreçte Yahudilerin bir anda yoğunlaşan Filistin’e göçü için tedbir alınsa da başarılı olunamayınca yasakları kaldırma kararı alınmıştır. 1922 yılında Milletler Cemiyeti kararıyla Filistin İngiliz mandasına bırakılmış, aynı zamanda İngilizlerin Filistin’de Yahudileri destekler tavrı kısa süre içerisinde Arap-Yahudi çatışmasını doğurmuştur. Filistin Arapları bu tehlikeyi görerek direnip göçleri engellemeye çalışsalar da büyük sancılar sonucunda 1948 yılında İsrail kurulmuştur. Ve bu sancı günümüzde de etkisi artmış bir şekilde devam etmektedir…
[1] Mehmed Hocaoğlu, II.Abdülhamid’in Muhtıraları, İstanbul 1998, s. 114-117
[2] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, YPRK.TKM no.38/51 -Pazarlık s. 72/153
[3] Öke,a.g.e., s.45
[4] Romalı bir köle olan Androcles Afrika’ya kaçar ve orada bir aslanın ayağına batmış kıymığı çıkararak aslanı kurtarır. Roma’ya dönüşünde Androcles ceza olarak imparator tarafından aslanlara atılsa da aslan ona bir şey yapmaz çünkü Afrika’da kurtardığı aslandır. (Selim Okuyan, Aslan ve Androcles Filistin gölgesinde Abdülhamit ve Theodore Herzl, İstanbul 2008, s.121)
[5] Ergun Göze, Siyonizmin Kurucusu Thedoore Herzl’in Hatıraları ve Sultan Abdulhamid, İstanbul 1995, s. 280-287 / Pazarlık s.106
[6] Başbakanlık Osmanlı Arşivi, HR. SYS, no. 40/28 (Pazarlık, s. 122)
[7] BOA, İ.HUS, no.66, N 1319 (Pazarlık, s.123)
[8] BOA, Y.PRK. AZJ, no.49/23 (Pazarlık, s. 136)
👏👏